Büyük İstifa Dalgası - Part 1 Emek ve İş Gücü Denklemi
- Oğuzhan Tercan

- 27 Ara 2021
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 28 Ara 2021
Büyük İstifa Dalgasi – Part 1 Emek Ve İşgücü Denklemi
(The Great Resignation - Part 1 Labor And Manpower Equation)
American Psychiatric Association’da (Amerika Psikiyatri Birliği) yayınlanan bir makaleye göre her yıl Amerika’da yaşayan insanların %3,5’ine Posttraumatic Stress Disorder (PTSD) yani Travma Sonrası Stress Bozukluğu (TSSB) teşhisi konulmaktadır. Yine aynı makalede kadınlar ile Afrika ve Latin kökenli insanların bu sendroma yakalanma risklerinin ortalama 2 kat fazla olduğu belirtilmektedir. Ancak riskin fazla olma durumu herhangi bir biyolojik, genetik, yada etnik bir temele dayanmamaktadır. Burada anahtar kelime sosyoloji.
Peki niye? Bunun cevabını verebilmek için öncelikle Travma Sonrası Stres Bozukluğunun ne olduğunu anlamamız gerekiyor.
The National Institute of Mental Health’in (Amerika Ulusal Zihin-Ruh Sağlığı Enstitüsü) yaptığı açıklamaya göre, TSSB doğal afet, ciddi bir kaza, terör eylemi, savaş/kavga veya tecavüz gibi travmatik bir olay yaşayan veya tanık olan ya da ölümle tehdit edilen kişilerde ortaya çıkabilecek bir psikiyatrik bozukluktur.
TSSB’ye sahip kişiler, travmatik olay sona erdikten sonra uzun bir dönem yoğun, rahatsız edici, zarar verici duygu ve düşünceler yaşamakta ve maruz kalmaktadırlar. Bu durum en başta yaşam konforlarına zarar verdiğini söylemek hatalı olmaz. Çünkü sosyal hayattan yavaş yavaş çekilme, duygu durum bozuklukları, içe kapanma, objektif bir durum yaşamadan sanrılar temelli stres yaşama vb birçok sonucu, yan etkisi ve belirtileri gözlenmiştir. Hatta, bazı radikal gibi gözüken kararların alınmasına bile vesile olabilir.
Örneğin büyük bir felaket yada kaza yaşayan evli çiftlerde, kendileri farkında olmasa bile yaşadıkları travmanın sonucunda ilerleyen günlerde Travma Sonrası Stress Bozukluğu yaşamakta ve evlilik akitlerini sonlandırma kararı almaktadırlar.
Şimdi bu 5 paragraflık bilgileri cebimizde tutalım.
Esasen yaşanan herhangi bir olay veya olaylar geçtikten ve etkisi yok olduktan sonra açıklanan, tanımlanan, analiz edilen olgular ve mefhumlara tarih diyoruz. Matematiksel olarak bir denklem kuramasak bile, eskiden yaşanmış ve sonuç ile etkilerini tespit edebildiğimiz durumlar eğer günümüze ve/veya yarınımıza ışık tutabiliyorsa, işte o zaman tarihi bir bilim olarak anlayabiliyoruz.
Anlayabiliyoruz diyorum çünkü, anlamasak da aslında sayı ile ifade edemeyeceğimiz miktarda olaylar ceryan etmekte, biz içinde bulunmasak bile gerçekliklerini korumaktadırlar. Yani o karalık odada, kimse bakmasa ve bilmese dahi sandalye durmaktadır. Ve insanlık ateşi hiçbir zaman icat etmedi. En iyi ihitmalle keşfetti.
Ülkemizde resmi olarak 2020 Mart ayında (eminim bu veriye hiçbir aklı başında insan inanmıyordur), dünyada ise Aralık 2019 tarihinde tanımlanıp dünyaya duyurulan Covid-19 (Corona virüs) tahmin edileceği üzere tüm insanlığı etkiledi, ve etkilemeye devam ediyor. Biz bunu tespit edemiyor olsaydık Covid’in hiç olmadığı anlamı çıkmayacaktı. Ki görünen o ki, ülkemizden örnek vermek gerekirse, çoğunluk ve memleket idaresini elinde bulunduran gürûha kalsa hiç böyle bir şey yok, hepsi oyun, hepsi tezgah. Lakin binlerce insanımız kireçlenerek toprak altına çoktan gömüldüler.
Alburt Camus, Veba adlı romanında harkülade bir şekilde anlatır. Cezayir’deki Oran adlı şehir ciddi bir veba salgını ile karşı karşıyadır. Ki bu aslında 2. Dünya Savaşı Fransız işgalinin bir izdüşümüdür. Söz sanatlarımızdaki teşbih ile hüsn-i talilin mükemmel bir şekilde roman içinde kullanılmasıdır.
Oran şehrindeki hemşerilerimiz bu veba salgınını önce önemsemezler, yokmuş gibi davranırlar, hakikaten uzun bir süre akılları tutulmuşçasına gerçekliği reddederler. Ancak iş çığırından çıkıp ölümler ardı ardına gelmeye başlayınca kafalarına dank eder. Önlemler alınır lakin iş işten çoktan geçmiştir.
Cahillik kötü bir şey değildir. Kötü olan cahilliğin örgütlü olmasıdır.
İşte böyle büyük felaketlere bir de insanların bilinçsizlikleri eklenince duyarlı ve farkındalığı yüksek insanlar bu dünyada cehennemi yaşamaya başlıyorlar.
Daha iktisadi olarak betimlemek gerekirse hem vergi veriyor hem yasalara uyuyor hem de toplum ve devlet karşısında kazıklanan, kandırılan, emeği çalınan oluyorlar.
21. Yüzyıl insanları olarak biz de, böyle bir durum ile karşı karşıyayız. Elbette önemli psikologlar, psikiyatrlar gerekli tahlilleri yaparlar, yapıyorlar. Bireye ve aileye olan olumsuz etkileri tespit edip analitik ve akademik çıkarımlarda bulunuyorlar.
Peki sosyoloji ne diyor? Bir Çalışma Ekonomisti ve İnsan Kaynakları alanında 10 yılı aşkın top koşturan bir kardeşiniz olarak ben olayı emek ve işgücü açısından değerlendireceğim.
Ne demiştik yazımızın başında, büyük felaketler insanlarda Travma Sonrası Stress Bozukluğu olarak adlandırılan bir hastalığa sebep olmaktadır. Şuan bir çoğumuz zaten bunu yaşamaya başladık. Ülkemizin 20 yılı aşkın süredir tek kelime ile iğrenç bir şekilde yönetilmeye çalışılmasının yarattığı ekonomik sorunların yoğunluğu, bu durumu gölgeliyor olsa da the truth is out there (gerçek orada bir yerde)
Bireysellik
Memory.ai adlı sitede yayınlanan bir çalışmaya göre bireyselleşme ideasını tamamlamamış yada tamamlayamamış toplumlar Covid-19 sebebiyle artan remote working yani uzaktan çalışma, bir diğer deyişle evden çalışma sistemine entegre olmakta zorluk yaşadılar.
Bu çok doğru, çünkü çocukluğundan itibaren dikey hiyerarşi altında yetişmiş, şekillenmiş, Demokles'in kılıcı gibi tepelerinde onları gözetleyen bir güç olmadan karar dahi almayı öğrenememiş insanlar elbette iş hayatında da sert ve net otorite altında çalışma ihtiyacı göstereceklerdir. Çünkü bu şekilde iş çıktılarının kaliteli hale geleceği ve verimlilikleri artacağı aşikardır.
İşte bunu bir Finliye, Norveçli’ye, bir Britanyalı’ya anlatamazsın azizim!
Standart durumlarda bile eve kapanma, yasaklar normal toplumları al aşağı ederken bizim gibi geri kalmış memleketleri kat ve kat olumsuz etkilemektedir.
Bireyselleşsin yada bireyselleşemesin, bu 2 yılı aşkın süredir hayatımızda yer alan Covid-19 pandemi yaşamı nihayet işgücüne ve emek sınıflarına kritik ve radikal kararlar aldıracak gibi duruyor.
The Great Resignation!
Bu great resignation yani büyük istifa nedir? Teksas A&M Üniversitesi'nden Profesör Anthony Klotz tarafından öne sürülen ve COVID pandemisi sona erdikten ve hayatın "normale" döndükten sonra çok sayıda insanın işini bıraktığını öngören bir hipotezdir.
Uzun süre aç kaldıktan sonra nasıl sofradaki yemeğe hücum eder insan, işte biz de bu şekilde ani ve radikal kararlarımıza hücum ediyoruz. Bir kişinin tek başına bu kararı alması haber değil. Ancak onlarca farklı ülkedeki yüz binlerce (belki de milyonu aşkın) insanın birbirinden habersiz bir şekilde bu kararı alması haberdir. Haber değilse bile bana bu uzun yazıyı yazdırıyor. Beni tanıyan tanır, bir işi projeyi baştan sona dört başı mamur bir şekilde bitirebildiğim görülmemiştir.
Her kriz bir fırsattır, bu Covid-19 felaketi de birçok kişi ve kuruma büyük fırsatlar sunmuştur, doğaldır, iyi de olmuştur. Fakat milyonlarca insanın da işini kaybettiği de vâkadır. Bu iş güvencesizliğine rağmen, yine milyonlarca insan istifa ediyorsa yada en azından işyerlerine karşı istifa kozunu oynuyorsa oturup düşünmek gerekir. Çünkü sadece kaç kişinin işi bırakacağı yada bıraktığı değil, tam olarak kimin en yüksek ciro riskine sahip olduğunu belirlemek için de veriye dayalı bir yaklaşım gerekir.
Münih Teknik Üniversitesi'nden Profesör Dr. Isabell Welpe’e göre değer verdiğimiz birçok şey, organizasyonların (şirketlerin) ve oradaki liderliğin sonucu ve ürünüdür. İşler yolunda gitmediğinde, hizmetler başarısız olduğunda veya ürünler belirli bir kalitede olmadığında, bunların hepsi organizasyon başarısızlığının sonucudur. Bu risk aynı zamanda bir kişinin hayatı boyunca altı firmada çalışmasına değil, aynı anda 6 firmada çalışmasına sebep olacaktır.
Örneğin, salgının olanca yükünü göğüsledikten sonra sağlık çalışanlarının toplu istifasıyla alakalı çok şey tartışıldı. Perakende, konaklama, yemek servisi vb. hizmet sektörleri veya herhangi bir sektörde çok sayıda işçinin işten ayrılmasını şuan aslında kendi gözlerimizle izliyoruz.
Yerden ve zamandan bağımsızlığı düşük olan sektörler, COVID pandemi iş krizi sırasında en çok zarar gören sektörler arasında yer aldı. Bu ne demek? Bu şu demek: Bir hizmetin yada işin yapılabilmesi için sermaye sahibinin, sermaye sahibi adına işi yürüten çalışanın ve sahip olduğu meta ile (para, mal vb) hizmeti satın alanın aynı anda o iş alanında bulunmasına gerek olmayan organizasyonlar bırakın olumsuz etkilenmeyi ciddi bir büyüme içerisine girdiler. Diğer tarafta ise yasalarla engellenmeye çalışılsa bile işten çıkarmalar yaşandı. Yani tarafta yoğunluk kat ve kat artarken diğer tarafta ise yapılacak iş dahi kalmadı.
Hâl böyle olunca ve esnekliğe sahip olmayan ekonomilerde büyük kırılmalar yaşandı. Bu çok doğal değil mi? Tabi ki hayat bu tarz ikilikle açıklanamaz. Çok daha kompleks ve asimetrik bir yapı. Ancak bu Büyük İstifa dalgasının yaşanmayacağı anlamına gelmiyor.
Aylardan Nisan Neşe Doluyor İnsan!
Slack'in CEO'su Stewart Butterfield’e göre Nisan ayı çok kritik. Çünkü zaten yoğun bir istifa süreçlerini yaşamakla beraber tüm dünyada yaşanması beklenen büyük istifa dalgasının yaz ayı öncesinde bahar aylarında cereyan edeceği ön görülmektedir.
Zaten Orhan Veli’de böyle söylemedi mi?
“Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.”
Türkiye için konuşmak gerekirse, ki yaptığım iş dolayısıyla Amerika-Avrupa-Ortadoğu-Rusya ile Türki Cumhuriyetler ve nihayetinde Uzakdoğu ülkeleri ile de kıyaslama şansına sahibim, çalışan işçi ve emekçi sınıf şuan var olan aylık ve yıllık kazançlarının ortalama 1,5 – 2,5 katını yeni başvuru yaptıkları firmalardan istemekten çekinmemektedirler.
Büyük travma sonrası yaşanan stres bozukluğunun ciddi etkilerini de düşünürsek, ve saçma sapan bir karar olan işten çıkarma yasağının da bitmiş olduğu gerçeğini eklersek, 2022 yılında ülkemizde de büyük bir istifa dalgasının ve işten çıkarma sürecinin yaşanacağı gün gibi ortadadır.
Sayı tahmini vermek çok zor ancak tüm dünyadaki ülkeler için genel bir oran verebiliriz. Kaldı ki bu oranı verirken bire bir süreçlerinin içerisinde olduğum 21 farklı ülkedeki objektif verileri de göz önünde bulunduruyorum.
Çalışan sınıfın ortalama %15’inin istifa kararı alacağını düşünüyorum. Bu oran kimilerine düşük gelebilir, ancak 2012-2013 yılı arasında bu oran dünya genelinde en fazla %3 olmuştur.
Ve tekrar Alburt Camus’un Veba adlı romanına dönersek, Oran şehrindeki insanlar açısından en can acıtıcı olanı büyük reddediş ve inkarın sonunda yaşadıkları sayısız ölümler değil, bu ölümlerin sıradanlaşmasıydı.
Oğuzhan Tercan
İnsan Kaynakları Profesyoneli
Kaynakça




Yorumlar